Grupların Davranışlar Üzerindeki Etkisi

Günlük yaşamda, çoğu zaman farkında bile olmadan, davranışlarımız grupların etkisiyle şekillenir. Ailemizde, iş yerimizde, arkadaşlarımızla ya da sosyal medyada katıldığımız topluluklarda hepimiz bir şekilde bir grubun parçasıyız. Hayatın içinde, çoğu zaman bu gruplar bizleri şekillendiriyor, biz de onları. Peki, hiç düşündünüz mü? Arkadaşlarınızla dışarıda olduğunuzda, herkes birbirine şaka yaparken, espriyi komik bulmasanız bile gülüyorsunuz. Neden? Çünkü, grupta kabul görmek ve dışlanmamak için bazen kendi düşüncelerimizi bile ikinci plana atıyoruz. Grubun normlarına uymak, içgüdüsel olarak bizi bir arada tutan bir kuvvet gibi işler. Bu sadece bir eğlence anı değil; aslında, kimliğimizin ve davranışlarımızın gruplar tarafından nasıl şekillendirildiğinin küçük bir örneği.
Grup dinamikleri öyle güçlüdür ki, bazen kendimizi bile tanımadığımız bir noktaya getirir. İlginç değil mi? Kendi kimliğimizi, sadece bir grup içinde yer almak için geriye çekmek, biz farkına varmadan normalleşir. Ve bu, çoğu zaman kendimizi bulduğumuz o ortamda, gerçek benliğimizin kaybolmasına yol açar.
Bir odada yalnızsınız ve etrafınızdaki herkesin açıkça yanlış bir cevabı doğru olarak kabul ettiğini görüyorsunuz. Bu durumda ne yapardınız? Kendi doğrularınızı savunur muydunuz, yoksa gruba uyum sağlamak için sessiz mi kalırdınız? Solomon Asch’in 1950’lerde yaptığı meşhur deney, bireylerin grup baskısı karşısında nasıl davranabileceğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Deney oldukça basit gibi görünse de sonuçları bir o kadar etkileyici. Katılımcılara, farklı uzunluktaki çizgiler gösteriliyor ve hangi çizginin diğerine eşit olduğu soruluyor. Sorunun cevabı oldukça açık, hatta
herkesin doğruyu görebileceği kadar belirgin. Ancak deneyin kritik noktası şu: Deneyde yer alan diğer kişiler, katılımcının cevabından önce bilerek yanlış cevap veriyorlar.

Peki sonuç? Doğru cevabı açıkça bilen katılımcıların çoğu, gruptan dışlanmamak ya da uyum sağlamak adına bilerek yanlışı tercih ediyor. İnsan zihni burada ilginç bir noktada devreye giriyor. Kimi katılımcılar,
gerçekte doğruyu bildiklerinden emin oldukları halde, grup normlarına uyma isteğiyle fikirlerini değiştiriyor. Kimileri ise bir süre sonra kendi gözlemlerinden şüphe duymaya başlıyor ve gruba ayak uyduruyor. Bu durumun temelinde, bireyin “Yanlış olsam bile grup tarafından kabul edilmeliyim.” Duygusunu yaratmasında yatıyor. Asch’in bu deneyinden çıkan sonuç, yalnızca bireysel davranışların değil, toplumsal yapıların da grup dinamikleriyle nasıl şekillendiğini anlamak için önemli. Bireyler, bir gruba ait olmanın getirdiği psikolojik rahatlık uğruna, kimi zaman kendi benliklerini ya da doğrularını ikinci
plana atabiliyor. Bu da bize, uyum sağlama çabamızın bazen bireysel kimliğimizi gölgede bırakabildiğini açıkça gösteriyor Bunun yanında grup içindeki roller de vardır. Lider, eğlenceli kişi, tembel… Bir grup çalışmalarında bazıları çalışıp, işleri düzene sokmaya çabalarken diğerleri pasif kalmayı tercih eder. Bu roller her grupta ve aynı kişi tarafından oynanmayabilir. Ailesinde liderlik özelliğini taşıyan bir baba çalıştığı bir ofiste aynı özellikleri gösteremeyebilir, içine kapanabilir.

Grupların bizi en çok etkileyen alanlardan bir diğeri anonimliktir. Grup içindeyken sorumluluk duygumuzu kaybedebiliriz. Örnek olarak bir oyunda herkes takım arkadaşlarını suçlayarak ya da rakip takıma karşı
kötü yorumlar, küfürler ederek iletişim kuruyor. Normalde böyle davranmazken, gruba uyum sağlamak için bireysel kimliğinizi gölgede bırakıp grubun kimliğini üstleniriz. Diener’in Halloween Deneyi, anonimlik ve deindüvidüasyonun etkilerini test etmek için gerçekten ilginç bir örnektir. Halloween gecesinde,
çocuklar evlere gidip şeker toplarken yapılan bu deneyde, çocuklar iki gruba ayrılmış; bir grup maskeyle, diğer grup ise maskesiz olarak evlere gitmiş. Maskesiz olanlar kimliklerini net bir şekilde gösterebildikleri için, daha dikkatli ve kurallara uygun davranmışlar. Ama maskeli çocuklar, anonimlik içinde oldukları için kimlikleri gizlenmiş olduğundan, daha azsorumluluk hissedip kurallara uymamışlar. Yani, maskeli çocuklar daha çok şeker çalmış ve vicdan azabı çekmemişler. Bu deney, insanların normalde yapmayacakları davranışları sergilemelerine yol açtığını, çünkü kimlikleri gizli olduğu için sorumluluk duygusunu kaybediyorlar. Anonimlik durumunun, özellikle de grup dinamiklerinin, bireylerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Anonimlik altında insanlar, kimliklerini gizleyerek toplumsal normlardan sapmaya daha meyilli oluyorlar. Grubun normları her zaman pozitif sonuçlar doğurmaz. Etik dışı ve zararlı
olabilir. Bireyler, grup içinde yeterince tanımlanmadıkları ve fark edilmedikleri, için daha az kişisel sorumluluk hissederler. Bu bireylerin grup içinde farklı davranışlar sergilemesine neden olur. Bir sınıftaki öğrenciler yere çöp atarken normalde düzenli ve temiz bir öğrenci olan bir kişi bile, sınıfta herkesin bunu yaptığını görünce yere çöp atabilir. Grup dinamiğiyle baskı altıda kalarak bu tür eylemlere dahil olurlar buna da “Deindüvidüasyon” denir. Örnek olarak Philip Zimbardo’nun 1971’de yaptığı “Stanford Hapishane Deneyi”  gösterilebilir. Bir grup gönüllüye mahkum ve gardiyan rolleri verilmiş. Gardiyanlar otorite sahibi, mahkumlar ise onlara boyun eğmek zorunda. Daha deneyin başında herkes rol yapıyormuş gibi davranırken, kısa sürede işler değişiyor. Gardiyanlar, ellerindeki gücü kötüye kullanmaya ve gerçekten sert, zalim tavırlar sergilemeye başlıyor. Mahkumlar da aynı şekilde itaatkar hale geliyor, hatta tamamen pasifleşiyorlar.

İşin en garip yanı, bu insanların hiçbiri aslında böyle biri değil. Ama grup dinamikleri ve anonimlik öyle bir baskı oluşturuyor ki, bireysel kimlikleri neredeyse tamamen siliniyor. Sorumluluk hissi kayboluyor, herkes kendini rolüne kaptırıyor. Bu olayın bize gösterdiği şu: Kalabalık bir grupta ya da anonim bir ortamda (sosyal medya gibi) insanlar normalde yapmayacakları şeyleri yapabiliyor. Mesela, bir oyunda takımını kaybettiren birine çok sert tepkiler verenleri düşün. Tek başına olsalar belki öyle davranmazlar ama grup içinde o kimlik kayboluyor ve birey grubun bir parçası olarak hareket ediyor. Bu, deindüvidüasyon denen bir durum ve günlük hayatta da küçük ölçeklerde karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak, gruplar kimliğimizi şekillendiren en güçlü etkenlerden biridir. Bizi bazen bir arada tutar, bazen yönlendirir, ama bazen de bizi sınırlandırabilir. Ancak burada kritik olan, her zaman grubun akışına kapılmak yerine, kendi değerlerimize ve kimliğimize sadık kalabilmektir. Herkes aynı yöne giderken kendi yolunda yürümek cesaret ister, ama
özgün kimliğimizi korumak bizi yalnızca daha özgür kılmaz, aynı zamanda çevremizdeki dünyaya da daha anlamlı bir iz bırakmamızı sağlar. Grubun bir parçası olurken kendi rengimizi kaybetmemek, hem
birey olarak hem de toplumsal düzeyde daha güçlü bir etki yaratmamıza olanak tanır.