Üniteryen Hristiyanlık, Hristiyanlık içinde yer alan ve Tanrı’nın birliğini vurgulayan bir mezheptir. Bu mezhep, özellikle Kutsal Üçleme (Teslis) doktrinine karşıtlığıyla bilinir. Diğer birçok Hristiyan mezhebinden farklı olarak, Üniteryenler Tanrı’yı üç kişilik (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) bir yapı içinde değil, bölünmez tek bir varlık olarak tanımlarlar.

Bununla birlikte, İsa’nın Tanrı değil, Tanrı tarafından gönderilmiş bir insan olduğunu savunur. Bu çerçevede İsa, Tanrı’nın bir parçası ya da ilahi bir varlık olarak değil, ahlaki öğretmen, rehber ve çoğu zaman bir peygamber olarak kabul edilir. Ancak “peygamber” terimi her Üniteryen topluluk tarafından aynı şekilde kullanılmaz; bazıları İsa’yı etik örnek, bazıları ise Tanrı’nın mesajını ileten bir figür olarak tanımlar. Genel tutum, İsa’nın ilahi doğasını reddetmekle birlikte onun özel bir misyonla gönderilmiş önemli bir kişi olduğunu kabul etmektir.
Kısa Tarihi
Üniteryen düşüncenin erken izleri, Hristiyanlığın ilk yüzyıllarına kadar götürülebilir. Özellikle 4. yüzyılda Arius adlı bir din adamı, İsa’nın Tanrı değil, Tanrı tarafından yaratılmış bir varlık olduğunu savunmuştur. Bu görüş, dönemin kilise otoriteleri tarafından sapkın ilan edilmiş ve İznik Konsili’nde reddedilmiştir. Yine de benzer fikirler farklı coğrafyalarda zaman zaman tekrar gündeme gelmiştir.
Modern anlamda Üniteryenlik ise 16. yüzyıldaki Reform hareketleri sırasında belirginleşmiştir. Avrupa’da Katolikliğe karşı gelişen Protestan akımların bazıları, sadece kilise otoritesine değil, aynı zamanda geleneksel Hristiyan dogmalarına da eleştiri getirmiştir. Polonya ve Transilvanya’daki bazı topluluklar, özellikle İsa’nın tanrısallığını reddederek Tanrı’nın tekliğini savunmuş, bu da Üniteryen düşüncenin örgütlü bir yapıya dönüşmesini sağlamıştır. 1568’de Transilvanya Kralı John Sigismund’un desteğiyle bu görüş resmi olarak tanınmış ve Avrupa’daki ilk Üniteryen kilisesi bu bölgede kurulmuştur.

- ve 18. yüzyıllarda, özellikle İngiltere’de Üniteryenler örgütlenmeye devam etmiş, dini hoşgörü talepleriyle yer yer kamuoyu ve hükümetle çatışma yaşamışlardır. Amerika’ya göç eden bazı Üniteryenler ise, burada mezhebin daha serbest ve birey merkezli bir anlayışla gelişmesine önayak olmuşlardır.
İtikadi(İnanç) Yönden
Üniteryenler, Tanrı’nın mutlak birliğini kabul eder ve Üçleme öğretisini reddederler. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu, ancak Tanrı’nın kendisi olmadığı görüşündedirler. Bu nedenle İsa’ya duyulan saygı, onu ilahlaştırmadan ifade edilir.
Kutsal Kitap, Üniteryenler için önemli bir kaynak olmakla birlikte, metinlerin yoruma açık olduğu kabul edilir. Tanrı’nın mesajının zaman içinde farklı toplumlara farklı şekillerde iletilmiş olabileceği düşüncesi yaygındır. Bu nedenle bazı Üniteryen topluluklar, yalnızca İncil’e değil, başka dini ve felsefi metinlere de açık olabilirler.
İnançta bireysel akıl yürütmeye önem verilir. Her bireyin kendi vicdanı ve düşünsel değerlendirmesi doğrultusunda karar verebilmesi gerektiği savunulur. Bu durum, topluluklar arasında belirgin bir çeşitlilik olmasına neden olur. Örneğin bazı Üniteryenler daha geleneksel bir Hristiyanlık anlayışına yakınken, bazıları neredeyse seküler sayılabilecek görüşler taşırlar.

Üniteryen ibadetleri genellikle geleneksel Hristiyan kiliselerinden farklıdır. Ayinlerde ritüel yoğunluğu düşüktür. Dua, ilahi, konuşma ve sessizlik bölümleri içeren sade toplantılar yapılır. Ayinlerde merkezi bir otorite figürü –örneğin Katoliklerdeki gibi bir rahip– genellikle bulunmaz. Topluluk üyeleri katılımcıdır ve ibadetlerde aktif roller alabilir.
Vaftiz, evlilik ya da cenaze törenleri gibi ritüeller esnek bir yapıya sahiptir. Bu törenler, bireyin ya da ailenin inanç düzeyine göre kişiselleştirilebilir. Dolayısıyla tek tip bir Üniteryen ibadet geleneğinden söz etmek mümkün değildir.
Neden Yayılamadı
Hristiyanlığın en temel dogmalarından biri olan “Teslis” (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) inancını reddeder. Bu reddiye, yalnızca küçük bir teolojik ayrım değil, bütün Hristiyan teolojisinin temeline yönelik bir itiraz olarak görülmüştür. Bu nedenle Üniteryen görüşler, Hristiyanlığın çoğu mezhebi tarafından sapkınlık olarak değerlendirilmiş ve dışlanmıştır.
Bu dışlama, sadece teolojik bir tartışma ile sınırlı kalmamış, tarihsel olarak siyasal ve toplumsal baskılarla da pekiştirilmiştir. Örneğin, Avrupa’da 16. ve 17. yüzyıllarda Üniteryen inançlara sahip olanlar çeşitli dönemlerde sürgün, sansür ve hatta idamla karşı karşıya kalmıştır. Bu ortamda fikirlerin yayılması sınırlı kalmış ve yeraltı ya da küçük topluluklar halinde varlık sürdürülmüştür.

Üniteryen Hristiyanlık, kurumsal bir hiyerarşi kurmaktan ve sabit dogmalar belirlemekten özellikle kaçınan bir yapıya sahiptir. Bu durum, bireysel inanç özgürlüğünü teşvik etse de, mezhebin organize biçimde genişlemesini zorlaştırmıştır.
Katolik Kilisesi veya Ortodoks Patriklikleri gibi merkezi bir yapıdan yoksun olması, hem doktrin birliğinin sağlanamamasına hem de dış dünyaya karşı etkili bir temsil mekanizması geliştirilememesine yol açmıştır. Her topluluk kendi inanç yapısını ve ibadet biçimini belirlediğinden, bir “Üniteryen standardı” oluşmamıştır. Bu da yeni katılımcılar için netlik sağlamamış ve geniş kitleleri cezbetme gücünü sınırlamıştır.
Tarihin birçok döneminde Üniteryen inançlar, egemen dini ve siyasal otoriteler tarafından tehdit olarak görülmüştür. Özellikle Reform döneminde, hem Katolik hem de bazı Protestan yönetimler, Üniteryen görüşleri “aşırı” ve “düzen bozucu” olarak nitelemişlerdir. Bu da fikirlerin serbestçe yayılmasını engellemiştir.
Örneğin Transilvanya’da 16. yüzyılda kısa süreli bir serbestlik yaşansa da, bu durum uzun ömürlü olmamıştır. Polonya’daki Socinian hareketi de benzer biçimde 17. yüzyılda yasaklanmış ve taraftarları ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
Tarih boyunca dini hareketlerin kitlelerce benimsenmesi, genellikle sade semboller, net dogmalar ve duygusal bağ kurmaya elverişli ritüellerle ilişkilidir. Üniteryenlik ise rasyonalist ve sorgulayıcı bir yapıya sahiptir. Bu durum, halkın büyük kısmı için soyut ve karmaşık gelebilecek bir din anlayışına yol açmıştır.
Üniteryen vaazları ve literatürü genellikle felsefi, entelektüel ve yorum odaklıdır. Bu da, dini deneyimi daha doğrudan ve sade bir biçimde yaşamak isteyen insanlar için çekiciliğini azaltmıştır. Özellikle kırsal ya da düşük okuryazarlık düzeyine sahip toplumlarda, Üniteryen öğreti yaygınlaşmakta zorlanmıştır.

- yüzyılda birçok Üniteryen topluluk, geleneksel Hristiyan öğretilerinden daha da uzaklaşarak evrensel değerler, bireysel ruhsal gelişim ve seküler etik gibi konulara yönelmiştir. Bu dönüşüm, mezhebin daha geniş düşünsel zeminlerde yaşamasını sağlamış olabilir; ancak dini bir yapı olarak tanınmasını ve büyümesini zorlaştırmıştır.
Unitarian Universalist Association gibi oluşumlar, dinsel kimlikten çok, etik ve kültürel çoğulculuk vurgusu yapmaya başladıkça, Üniteryenlik bir “din” değil, bir “yaklaşım” gibi algılanmaya başlamıştır. Bu durum, belirli bir inanç sistemine bağlanmak isteyen bireyler için bir aidiyet duygusu oluşturmakta yetersiz kalmıştır.
Kapanış
Üniteryen Hristiyanlık, tarih boyunca Hristiyanlık içindeki ana doktrinlerden biri olan Teslis inancına karşı çıkarak farklı bir teolojik çizgi izlemiştir. Tanrı’nın tekliğini esas alan bu yaklaşım, özellikle Reform sonrası dönemde Avrupa’nın bazı bölgelerinde ortaya çıkmış, ancak çeşitli siyasal, toplumsal ve kurumsal engeller nedeniyle geniş çapta yayılmamıştır. Merkezi bir otoriteye sahip olmaması, teolojik çeşitliliği, halk arasında yaygın olan sade ve duygusal dini pratiklerle uyuşmaması gibi unsurlar da bu sınırlı etkiyi pekiştirmiştir. Günümüzde daha çok küçük topluluklar içinde, bireysel inanç ve yorum özgürlüğünü temel alan bir yapı şeklinde varlığını sürdürmektedir. Genel olarak bakıldığında, tarihsel bir alternatif olarak dikkat çekmiş, ancak ana akım haline dönüşememiştir.